16 Ocak 2013 Çarşamba

köpekler 2

    Sonsuzluğu, özgürlüğe takas etmişti artık, geri dönüşümsüz. Kendini kasten belli etmeyen bir yerden bakabildiğimizde, bir ateist, böyle yapar aslında.
    Artık düşüncenin ne olduğuna dair fikirleri yaprak vermişti. Düşüncenin ne kadar güçlü olabildiğine, ne denli yön belirtici olabildiğine artık inanıyordu. Artık sapına kadar "inandığı" bir şey vardı. Mantık hatası olmayan düşünce, yanlış olmayan düşünce.
    Bütün nefretini düzenledi, artık olmadığı her şey olabilecek kadar bir taneydi. Şehrin en işlek caddesine geldi... Olmadığı her şey yanındaydı, aklındaydı...
    Caddenin başındaki fast food restoranına girdi. Sıranın sonunda bekleyen iki kadına, onları gördüğü gibi yaklaştı:
-Merhaba, isterseniz birer lira karşılığında menünüzü sizin için alıp, masanıza getirebilirim?
    Kadınlar afallamış:
-Nasıl yani, neden?
-Bir nedeni yok. Boş zamanım var. Siz de belli ki işinizden çıktınız, yorgunsunuz, zamanınızı burada bekleyerek harcamayın. Ben sizin istediğiniz menüleri alıp, masanıza getireceğim. Siz de bu arada, dinlenir laflarsınız?
    Kadınlar, birbirlerine kararsız kararsız bakarken, o onların tam da ihtiyacı olan güveni vermek adına kaşlarını kaldırdı, ağzını büzdü, kafasını biraz yana yatırdı.
-Paramızı alıp kaçmayacağın nerden belli?
-Peki, bütün ödemeyi, ben menülerinizi masanıza bıraktıktan sonra yaparsınız.
    Kadınlar, bu fikre biraz daha ısınabilmişlerdi. İş çıkışı bu saatlerde gerçekten fazla yoğunluk oluyordu, yemeklerini aldıklarında masa bile bulamayabilirlerdi. Gözleriyle anlaştılar:
-Peki, biz şuraya geçiyoruz.
    Siparişlerini aldıktan sonra, onlara dediği gibi bekledi. Kafasını onlara hiç çevirmedi. Profesyonel bir self servis çalışanı olmalıydı. Bu onun hizmet sektörüne girişiydi. Menüleri aldı, parasını ödedi ve kadınların masasına getirdi. Kadınlar şaşkın:
-Teşekkür ederiz, buyrun
-Ben teşekkür ederim, afiyet olsun.
    Kadınlar, biraz cömert davranıp ona, iki liralık bu iş için beş lira ödediler. Yoğunluk devam ediyordu. Restoranın kapısından yavaş adımlarla, orta yaşlı iri kıyım bir beyefendi girdi. Sırayı görüp öfleye pöfleye geri çıkacakken;
-Beyefendi isterseniz oturun, sizin yerinize yemeğinizi alabilirim.
-Sen de kimsin
-Hiç, yardım etmek isteyen biri. Bir lira karşılığında yemeğinizi alıp getirebilirim.
-Haha, yahu olur mu öyle şey?
-Neden olmasın? (Sesini ikna edici bir şekilde kullanabilmişti)
    Görünüşü düzgündü. Konuşması akıcı ve güzeldi. Ona güvenmemeniz için bir neden bulamazdınız.
-Peki, buradan alın, yalnız bir sorun yaşamayalım lütfen.
-Hiç kuşkunuz olmasın efendim.
    Adam ona istediği menüyü söyledi ve elli lirasını uzattı. Yine bir asker gibi sıraya girip bekledi, siparişleri bu sefer başka bir kasadan alarak, adamın masasına getirdi. Adam iki menü söylemişti, bir lira hizmet bedelini alarak, para üstünü adama uzattı.
-Allah allah yahu, teşekkür ederim genç.
-Ben teşekkür ederim, afiyet olsun. (Arkasını dönüp, yeni bir müşteri arayacakken)
-Hey hey, al şunu lütfen, gerçekten çok yorgundum.
-Çok cömertsiniz efendim, teşekkür ederim, tekrar afiyet olsun.
    Adam ona bir onluk vermişti. "Garip, insanlar böyle yerlerde ne kadar da cömert olabiliyorlar" diye düşündü. On beş dakika içinde on beş lira kazanmıştı. Üç saat kadar çalıştı. Yer bulma konusunda sıkıntı yaşayabilecek grupları es geçmek zorunda kalıyordu. Çünkü o kadar kolu yoktu. İşleri büyütmesi lazımdı.
    Yoğunluk azalmaya başlayınca, insanlar gerek görmediler ve bir anlamda mesai bitti. Üç saat sonrasında, doksan dört lira kazanabilmişti. Daha önemlisi üç saat boyunca planlarını düşünmüş, şimdi ne yapacağını biliyordu. Yirmi beş, otuz defa kadar menü almıştı ve kasadaki çalışanların bunu fark etmeme olasılığı biraz düşüktü. Yarın aynı saatte buraya geldiğinde, büyük ihtimalle onu müdürlerine şikayet edecekler ve adam gelip, ondan dışarıya çıkmasını isteyecekti. Şimdi dışarı çıkıp, müdürün işten ayrılmasını bekleyecek ve onu evine kadar takip edecekti. Maalesef onu tehdit etmesi gerekecekti. Bu durum pek de vicdanını kurcalamadı.
    Müdür, bir buçuk saat kadar sonra, restoranı terk etti. Onu takip etti ve bindiği otobüse arkasından atladı. İndiği durakta o da indi. Elli metre kadar arkasından gidiyordu. Adam en sonunda bir apartmana doğru yöneldi, zile bastı ve kapının açılmasıyla içeri girdi. O girdikten sonra zildeki isme baktı, bir kadın ismiydi bu. Biraz beklemesi mantıksız olmazdı.
    İki saat sonra, apartmanın kapısı açıldı, çıkan müdürdü. Kadının birinci kattaki evinin penceresinden salladığı ellerine karşılık verdi, yürümeye başladı. İndiği durağa döndü. Gelen otobüse ikisi beraber bindiler. Telefonuyla uğraşan adamı izliyordu. Gözünü bir an dahi ondan ayırmadı. Arka çaprazında oturuyordu. Otobüsün camından, telefonu görmeyi deniyordu ama bu çok zordu. Birkaç durak sonra, ardı ardına otobüsten indiler. Adam yine bir apartmana, bu kez anahtarlarını kullanarak girdi. Apartmanın camlarını iki saat boyunca izledikten sonra, adamın ilk gittiği eve doğru yol aldı. O evde tek başına yaşayan bir kadın varsa, eskortluk yapıyor olabilirdi. Öyleymiş gibi davranmak, bunu anlamanın tek yoluydu. Kaybedeceği bir şey olmazdı.
    Kadın, onu elinde şarabıyla karşısında gördüğünde şaşkın bir memnunlukla:
-Birini mi aradınız
-Ah, aslında evet, güzel bir gece geçirebileceğim birini arıyorum.
-Hahah, buyrun, kim, nasıl?
    Daha önce görmediğiniz bir kadının evine elinizde şarapla girebiliyorsanız, eskort olma ihtimali yüksektir. Kadının saçları daha kurumamıştı, ortalıkta bir ıslaklık vardı. Biraz dağınık olan salona geçtiler.
-Aslında, bana sizi tavsiye eden arkadaşım, ismini vermememi istedi. Yine de bu konuda anlaşabiliriz. (Güven veren bir kahkaha attı)
-Çok da meraklı değilimdir zaten. Yalnız, tavsiye edilmek, hoşuma gitmedi değil. (Masumca güldü)
-Şey, bu gece için bir planın var mıydı?
-Yo, yo aslında gayet uygun bir zamanda geldin, hmm. Şimdi biraz merak ettim doğrusu, ama daha çok şarabın tadını. (Basitleştirilmiş bir kahkaha attı)
    Kadına sevecen bir karşı gülüş yaptıktan ve onu mutfağa uğurladıktan sonra etrafta bir şeyler bulma umuduyla gözlerini dolaştırdı. İlgi çekecek tek şey kadının kartvizitleriydi, bir tane aldı ve "Ben de bunlardan bastırmalıyım" diye düşündü. Kadın geri geldi:
-Hep özendiğim bir şeydi, yeni zaten çok var, al birkaç tane istersen. (Gereksiz derecede mutluydu)
    Biraz şarap içtiler, havadan, sudan konuştular. Daha sonra kadın, "Yatak odasına geçelim" dediğinde oraya taşındılar. İki saat boyunca seviştiler. Gergin bir durum ortaya çıkmadı ve kadın halinden memnun görünüyordu. Onun güvenini kazanmıştı, ve performansını beğendirtmişti.
-Ah, hayatım ben banyoya gitmeliyim birazdan gelirim. (Yanağına bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı)
    Banyo kapısının kapanma sesiyle, yataktan fırladı. Çekmeceleri karıştırdı, bir fotoğraf bir şey bulabilse, çok işine yarayacaktı ama yoktu. Sadece iç çamaşırları, çeşitli süsler, maskeler, aksesuarlar vardı. Biraz umutsuzluğa kapılıp kadehini doldurdu, kadın biraz sonra elinde iyi bir viskiyle döndü:
-Birileri bir şeyleri hak etti.(Yüzünde gerçekten mutlu bir ifadeyle)
-Aah, çok teşekkür ederim, çok naziksin.
-Sen hiç öyle değilsin.
-Haha, şey soracağım, bu gece burada kalmamda bir sakınca var mı?
-Saçmalama, bu gece seni hiçbir yere bırakmıyorum, benimsin.
    Viski içtiler, seviştiler. Kadın, "Uzun zamandır, böyle iyi hissetmemiştim" dediğinde sabah oluyordu.
-Nereden çıktın ya sen böyle, nasıl güzel bir adamsın.(Cevap alamadı) Ne oldu yahu, yoruldun mu?(Gülerek, göğsüne yattı)
    Oysa, müdürü düşünüyordu. Bugünlük fast food işine ara vermesi mantıklı olacaktı. Biraz daha kaldıktan ve uyuduktan sonra evden ayrıldı. Kadına telefon numarasını verdi, yürekten bir sarılmayla vedalaştılar. Kadın, "Çok özletme" diyerek, yanağına bir öpücük kondurdu.
    Saat on ikiydi. Caddeye geri döndü. En büyük alışveriş merkezine girdi. Kıyafet bölümlerine ilerledi. Ellerindeki karton torbaların çokluğu yüzünden, zar zor yürüyebilen bir kadının yanına doğru gitti:
-Pardon, yarım saati üç lira olmak üzere, yüklerinizi taşıyabilirim dilerseniz.
    Kadın, ona anlam veremez bir şekilde bakıp:
-Efendim?
-Kollarınız çok dolmuş, yürümekte zorluk çekiyorsunuz, istiyorsanız size yardım edebilirim, saat tutarım, yarım saati için üç lira alırım. Hem de size eşlik ederim.
-Ahah, bu avm'nin bir hizmeti mi?
-Evet
-Bu insanlar, gerçekten nasıl hizmet edeceklerini biliyorlar desenize.
-Çok haklısınız efendim. İzin verirseniz.(Torbalara yeltenerek)
-Ay tabi tabi, çok teşekkür ederim yahu. Daha almam gereken çok şey vardı, nasıl taşıyacağım diye düşünüyordum, hızır gibi yetiştiniz.(Ellerindekilerinden kurtulmanın verdiği rahatlamayla güldü)
    Kadınla beraber, iki buçuk saat boyunca mağazaları dolaştılar. Alacaklarını seçmekte kararsız kaldığında kadına yardım etti ve kadın seçimlerini beğendi. "Artık anlıyorsunuzdur değil mi?" diyerek, biraz da yanlış yapmamak adına seçimlerde ona daha fazla sormaya bile başladı. İki buçuk saatin sonunda, tarifeye dahil olmak üzere beraber kahve içip, sohbet ettiler. En sonunda bütün paketleri, kadının otoparktaki jipinin bagajına doldurdu:
-Hanımefendi üç saatten, on sekiz lira ücretim.
-Al canım hak ettin (elli lira uzattı) ve bu kravat da senin, çok teşekkür ederim, bugün çok önemliydi, bana çok fazla zaman kazandırdın.
-Çok cömertsiniz efendim, teşekkür ederim. Ayrıca numaramı kaydedebilirsiniz efendim, sohbetiniz gerçekten çok hoştu.(Kesinlikle kartvizit bastırmalıyım diye düşündü)
-Ah ya, ne kadar sevimlisin, çok hoş sohbetimdir ben, arkadaşlar da öyle der hep. Ver bakalım numaranı.
    Vedalaştılar ve işe geri döndü. Saat üçten, ona kadar, yer yer boş kalsa da çalıştı. Bir elli lira daha kazandı. Birkaç kişiye numarasını verdi, birkaç kadından görüşmek üzere numaralarını aldı. Fakat saat, müdürün ayrılma zamanına yaklaşıyordu. Avm'den çıktı caddeden devam edip, restorana girdi bir menü aldı ve oturup yedi. Kasiyerler ona bakıyor mu diye kontrol etti. Onu hatırlamış olacaklardı ki birbirlerinin kulaklarına eğilip bir şeyler fısıldadılar. Yemeğini bitirip, onlara doğru on saniye kadar bakıp, dışarıya çıktı. Bugün biraz kafa karıştırması belki de zaman kazandırırdı, denemeye değerdi. Müdürü bekledi. Yirmi dakika sonra adam çıktı ve takip yeniden başladı.
    Adam, bu sefer doğrudan, anahtarıyla girebildiği eve gitti. Bu adamın kesinlikle evli olması gerekirdi, yaşı gelmişti. Çocuğu olmalıydı, tehdit edilebileceği bir şey. Eşi olması olasılığından emin olamadan, eskort kartını oynayamazdı. Bunları düşünüp, sokakta volta atarken bir saat daha geçirdi. Yapılacak bir şey yoktu. Eskort kadını aradı. Kadın, çok istekli bir şekilde onu davet etti. Eğer kadın, gerçekten bu kadar ilgiliyse, bu düşünülebilirdi.
    Eve geldi, şarabını yine almıştı. Kadın kapıyı açıp, onu yanaklarından öptüğünde, arkasında sakladığı çiçekleri çıkardı. Kadının gözleri doldu ve ona abartılı bir kucaklama yaptı. Yaptığı yemekleri yediler, içtiler, seviştiler.
    Kadın onu çoğu gün evine çağırmak için arıyordu. Onda kalmadığı gecelerde, internet kafelerde sabahlıyor, bir şeyler araştırıyordu. Avm'nin açılma saatinde oraya gidiyor, tenha zamanlarında, kitapçılarda araştırma yapıyordu. Günde elli ile yüz lira arasında para kazanabiliyordu. Bu azdı. Yine de giyebileceği farklı birkaç şey almasına ve kartvizit çıkarmasına yetti. Yağlı müşterilerine, kibar davranarak, birkaç kart veriyor ve arkadaşlarına da önerebileceklerini söylüyordu. On gün içinde artık arama üzerine çalışmaya başlamıştı bile. Artık onları evlerine kadar bırakıyor, aldıklarını evlerine kadar çıkarıyor, bazılarıyla ilişkiye giriyor, tarifeyi de ona göre ayarlıyordu.
    Kadın, ona gün geçtikçe daha da bağlanıyordu. Neredeyse ona aşıktı. Onu çağırmadığında, internet kafede kaldığını zar zor öğrendikten sonra çok üzülmüş ve dışarıda kalmasına gönlü razı olmadığından, işlerini daha çok gündüz yapmaya başlamıştı. Artık her gece beraberlerdi. Eve gelirken, hediyelerini eksik etmiyordu. Kadının sevgisinden gayet hoşnut davranıyordu ve çok konuşmuyordu. Kadına ne iş yaptığını hala anlatmamıştı ve sorular yavaş yavaş sıklaşıyordu. Hafta içi bazı günler ikisi de çalışmıyor, şehrin zengin tabakasının yaşadığı semtine gidip, alışveriş yapıyorlar, yemek yiyorlardı. Aslında araştırma yapıyorlardı.
    Avm'de artık bütün dükkanları biliyor, çalışanlarla selamlaşıyordu. Güvenlik görevlisi, onun bir jigolo olduğunu düşünüyordu veya her neyse, ona karışmıyordu. Burada rahattı. Yine de bir gün elinde poşetlerle dolaşırken başka bir müşterinin araması, zamanın geldiğini fark ettirdi.
    Eve yine, içkiyle, hediyeyle geldi. Otururlarken telefonu çaldı, arayan bir müşteriydi. Bir gün sonrası için sözleştiler, kapattı. Kadın:
-Kimdi o arayan
-Müşteri (olabildiğince pervasızdı)
-Hangi işin müşterisi, hadi artık anlatacak kadar zaman geçirmedik mi?
-Bunu anlatmama gerçekten gerek yok, sadece canını sıkacak.
-Ama istiyorum, çok merak ediyorum, lütfen?
    Artık ikinci aşamaya geçmeliydi. İnandırıcı olmak için yeterli zamanı harcamıştı. Sakince başladı:
-Çok merak ediyorsan sana anlatabileceğim birkaç şeyim var.
-Lütfen, rica ediyorum ne olur anlat artık!
-Peki. İlk önce caddede, fast food restoranında, ayakta dikilen insanlardan, bir lira alarak, onların yerine sırada beklediğim bir işteydim. Daha değişik planlarım ve birkaç engel olduğu için bu işi erteledim. Şimdi avm'de insanların alışveriş torbalarını taşıyorum. Onlara hizmet ediyorum ve bunu mantıklı buluyorlar. Nispeten daha iyi kazanıyor gibiyim ama asıl amacım fast food self server'ı olmak. Seni de bu şekilde buldum. Restoranın müdürünü takip ettim ve buraya geldim. Seninle ona dair bir şeyler öğrenebilir miyim diye tanışmalıydım. Bir şey bulamadım ama seninle olmakla gayet iyi hissettim. Şimdi eğer o adam evliyse, senden o adama şantaj yapabilmek için, buraya gelip beraber olduğunuzda vidyoya çekmeni isteyeceğim. Bunu ona karşı kullanarak, orada çalışmamı sorunsuz hale getirmek istiyorum. Orada kasada çalışan çocuklara, onların orada kaldığı sürede kazandıklarının çok daha fazlasını kazandığımı gösterip, işi onlara devretmek, komisyon almak amacım. Müdür de bizim adamımız olacağından, sağlıklı bir korsanlık girişimi olacak bu. Kimse zarar görmeyecek. Sadece işleri büyütmem lazım. Zaman ayırmam gereken birkaç konu var. Sana anlamsız veya saçma gelecekti bu ama artık söylememin gerektiğini biliyorum. Şu an hiçbir şey söylemek zorunda değilsin, istersen çıkıp gider, bir daha da hayatında olmam. Fakat bana yardım edemeyeceksen, artık bitirmemiz lazım.
    Kadın ona inanmaz bakışlar attıkça, o daha da doğrucu baktı ona ve kadın:
-Şimdi lütfen git, beni... beni gerçekten çok sarstın, seni görmeye dayanamayacağım şu an.
    Kadın, onun yalan söyleme ihtimalini düşünmezdi bile. Üzüldüğü şey, muhtemelen hayatına giren en düzgün erkeğin de ne kadar karanlık olmasıydı. O gece çok düşündü. Böyle bir şey yapmamalıydı fakat onunla daha önce hiç olmadığı kadar mutluydu. Olsa olsa, sıradan, tek bir müşterisini kaybedecekti. Kaybedeceği ahlak veya vicdan, sahip olduğu mutluluk yanında bir şey değildi. Yine de korkuyordu. Bu kararı vermek için iki gece onsuz yattı ve ikinci günün akşamında onu aradı:
-Bu gece gelecek.
-Yapmak istiyor musun?
-Evet ama senin için yapabileceğim daha büyük bir şey olmayacak.
-Seni seviyorum, sen benim kadınımsın, hiçbir sorun olmayacak, emin ol.
-Sana güvenmek istiyorum.
-Bana güven, bunu yaptıktan sonra taşınacağız o evden. Seni bulamadıkça hiçbir şey yapamaz ve hadi buldu, senin önünde ölümüne duracağımı bil.
-Dediklerine inanmak istiyorum, sadece bu.
    Hemen bir kamera kiraladı ve eve gitti. Kamerayı güzelce yerleştirip, kadına talimatları verdi. Müdür geldiğinde, tuşa basacak ve iki saat içinde onunla yatağında ufak bir düzüşme yaşayacaktı. Çekim bittikten sonra başka bir şey yapmayacak, evini taşınmak için toparlayacaktı.
    Görüntüleri işledi. Şu zengin muhitte daha önce gözüne kestirdiği yarı zemin bir daireyi tuttu. Dört odalı bu evin fazla büyük olduğunu düşünen partnerinin dudaklarına işaret parmağını koydu. İki ayda biriktirdiği dört bin liranın hepsini bu eve yatırdığından olsa gerek, kadın, eve yerleşme işlerine dalmışken o, fast food restoranının yolunu tuttu.
    Yoğunluğun başladığından yarım saat sonrasıydı. Birkaç müşteri kandırıp, kasiyerlere hızlı olmaları konusunda baskı yaparak siparişlerini verdi. Hiç durmadı, hiç terlemedi, hiç nefessiz kalmadı. Bu yağlı fast food restoranında, krallara layık bir uşakmışçasına salınıyordu. Kasiyerlereyse fazladan bağırıp işleri hızlandırıyordu. İşleri hızlandırmalıydı.
    İyi kazanıyordu, o gün çok espriliydi, genç, yaşlı, kadın, erkek herkesi kandırabiliyordu. Bahşiş konusunda boğuculuğu çok iyi ayarlanmış ısrarlar ediyordu. İki buçuk saatte yapabilinecek en iyi hasılatı yaptı: yüz elli lira. İşini bitirmeye karar verdiği son müşterisinin siparişini kasiyere verdikten sonra:
-Yüz kırk civarı kazandım biliyo musun? Sanırım üç saat olmadı bile ve sen hızlı olmak zorundasın.
-Bak arkadaşım ne yaptığını anlamıyorum, anlamak da istemiyorum ama bu tutumun beni çok geriyor, beni bir şeyler yapmak zorunda bırakma!
-Hah! Ne yapabilirmişsin söylesene bana seni küçük fare! Şuradaki sıcak patates kızartmalarını yüzüme mi fırlatırsın? Emin ol ki bir heykel değilim. O patatesleri tek tek götüne sokarım ve sıcak olduklarını biliyorsun, başka bir şey söyle.
-Bak sadece para kazanmaya çalışıyorum tamam mı? Lütfen benden uzak dur, ne senin için ne dayak yemek için zamanım var.
-Sana dediğim laf bu zaten gerizekalı. Saatin sekiz lira bile değil ve ben sadece senin bir şeyleri yapmanı beklerken yüz kırk lira kazandım diyorum.
-Dostum, seni izledim ve ben senin gibi bir insan değilim, patateslerini al ve git.
-On katı kazanacaksın. Sadece sigortan olmayacak ama düşüp kalça kemiğini kırmayacak kadar gençsin. Sigorta bekleyebilir.
-Seni şikayet edip, buradan attırabilirim, bunu düşünebiliyorsun değil mi?
-Hah, ben de senden bunu dileyecektim. Sadece son siparişimi ver ve beni şikayet et seni göt kafalı.
-Sen, sen, ne yapacağım biliyor musun seni şikayet edeceğim ve buradan götüne tekme yiyerek siktiredildiğini izleyeceğim.
-Çok kibar, çok nazik bir insansın kardeşim.
    Kasiyer, siparişi teslim ettikten sonra, müdürün odasına çıktı ve durumu anlattı. O, salonun kasaya yakın tarafında, ellerini arka belinde kavuşturmuş bekliyordu. Kasiyer, müdürle aşağı indi ve ona fısıldayarak sorunu gösterdi. Müdür:
-Evet beyefendi, sizden restoranımızı terk etmenizi rica ediyorum.
    Onun kulağına eğilerek:
-İki erkek çocuğa sahip evli bir adam olarak mı? Onların annesini, haftada bir aldatan bir çapkın olarak mı? Hele ki bana buna dair bir delil vererek mi? Şimdi hiç konuşma, odana çık, mail'ini kontrol et ve oraya şu an yolladığım vidyoyu izle. Zaten beş dakikalık bir vidyo ve benim sanıyorum bir on dakikam var. Seninle biraz kahve içmek isteyebilirim. Ha, beni buradan attırmaya çalışırsan veya uzlaşmacı olmazsan, çocukların değişik bir şeyler izler bu akşam ki gelişimleri için pek uygun olacağını zannetmiyorum.
    Müdür, kaskatı kesilmiş, kızarmış, terlemişti. Alelacele odasına gitti ve dönüşü uzamadı. Bir kahve isteyip, onun yanına geldi;
-Ne istiyorsun?
-Hmm bir düşüneyim, aslında çok bir şey değil. Öncelikle aylık yedi yüz elli lira ve burada yapacağım şeylere müdahale edilmemesi. Ha, hatunu rahatsız etmeyeceksin bir de ama onu yaparsan zaten kemiklerini kırarım, o yüzden istememe gerek yok. İstediğim en önemli şeyse, buradaki görevini ben istemediğim sürece bırakmayacaksın. Bu kesin. Çalışanları benim isteğime göre tazminatlarıyla kovacaksın ve alacağın çalışanları ben seçeceğim ki bu gayet hafif bir şart. Burası artık bizim sayılır sevgili müdür. Yoksa hayatını darmadağın ederim ve o vidyodaki kel, şişko halinle kimse senle beraber olmak istemeyecektir. Biliyorsun ki insanlar, aciz ve kötüler.
-Manyak mısın sen? Koca dünyada arayıp uğraşacak bir beni mi buldun?
-Bu konuları senle konuşmama gerek yok, anlaştık mı sen onu söyle?
-Anlaştık lanet olsun. Bak lütfen, lütfen o görüntüleri kimse görmesin.
-Ben profesyonelim dostum. Sana tavsiyem bu kadar ufak bir kaçamak için bazı değerleri riske atmaman ve sağlığına dikkat etmen. Sana ihtiyacım var biliyorsun. Parayı istediğim bir zaman gelip alırım, seni nerede bulacağımı biliyorum. Ha bir de şu pezevengi kov lütfen ona biraz ayar oluyorum.
    Müdür, masadan kalkıp titreyen bacaklarının üzerinde doğruldu. Olayları öğrendikçe artan pis kokusunu da yanına alarak, restoranın kasa tarafına geçti. Yüzüne bakamadan, ellerini iki yana açarak, kasiyer çocuğa işten kovulduğunu söyledi. Oysa olanları izliyor dudaklarını okuyup, görüntüyü seslendiriyordu. Çocuk, kalbi kırık, müdüre serzenişlerde bulundu. Müdürse kafasını iki yana sallayarak onu omuzlarından kavradı ve başı öne eğik, odasına doğru ilerledi. İş arkadaşları, kasiyer çocuğun başına üşüştü, o da diğerlerine kovulduğunu anlatırken kendine hakim olamadı ve ağladı. Mutfak kısmına doğru ilerlerken, şapkasını çıkardı ve yere attı.
    Bütün bunlar olurken o, elini koltuğun üst kısmına atmış, kahvesini içip izledi. Sonunda çocuğun işten ayrılacağı zaman, kalktı ve dışarıda onu beklemeye başladı. Çocuk, yaşlı ve şişmiş gözlerle dışarıya çıktığında koluna girdi;
-Biraz zamanınız var mı genç adam, ya da Adal bey?
-Yine mi sen! Ne istiyorsun benden, yemin ediyorum polis çağırırım! Sen mi kovdurdun beni! Ne konuştuysanız patron gelip kovulduğumu söyledi.
    Son cümlesini tamamlayamadan, hüngür hüngür ağlamaya başladı;
-Şş, üzülme, üzülmeni gerektirecek bir şey yok. Ayrıca tedirgin olma, öyle polis falan deme. Bir polise işin düşmemeli bu dünyada, onlara bir işe yaradıklarını hissettirmemeliyiz. Onlara güvenmemeliyiz değil mi? (Bunları onu göğsüne bastırıp, kafasını okşayarak söyledi, en son onu karşısında dik tutup) Şimdi biraz, sulu yemek zamanı, biliyorsun bu zamazingolar tamamen sağlıksız.

2

    Kadın, masaya yemekleri getirirken;
-Bu arada tazminat konusunda konuştunuz değil mi?
-Evet, çıkmadan önce arkadaşlarla yolladı. (Hala kuşkulu ve gergindi)
-Güzel, güzel... Yemeğimizi yiyelim, konuşacağız. Yemekte konuşmayı pek sevmem.
    Kadın, sofrayı donattıktan sonra, onu bu kadar canlı ve taze gördüğü için çok mutlu bir şekilde masaya oturdu ve çocukla sohbet etti. O, sadece yemeğini yedi, biraz şarap içti. Kulağı onlardaydı. Onlardan hızlıydı;
-Eline sağlık, çok güzel olmuş. Kendini çok geliştirdin tatlım.
-Afiyet olsun, beğenmene çok sevindim. (Gerçekten çok sevinmişti)
    Tekli koltuğa oturdu, ayaklarını uzattı, saatine baktı ve kadehinden bir yudum aldı;
-Bitirdiğinde gel, acele etmene gerek yok, zamanımız var.
-Peki, tamam.
    Kadının, evi kısa zamanda bu kadar iyi kotarmasına saygı duydu. Etrafta olması mantıklı ve iyiydi. Belki bu gece o da bazı şüphelerinden kurtulurdu ve kararlarını ona göre verirdi. Bu gece, uzun zamandır planladığı şeylerin hayat bulmasında büyük önem taşıyordu. Ayrıntılara boğmadan, her şeyi olduğu gibi anlatması, hala işe yarayacak bir yöntemdi. Kafasında hala süpürge yapma aşamasındaydı ve bunlar kolay şeylerdi. Sadece daha çok zaman lazımdı, daha çok para, daha çok güç, daha çok insan. Bu ev, bu insanlar, kaybedilecek durumlarsa kaybedilebilirlerdi. Bu zaman kaybedilebilir bir zamansa, kaybedilebilirdi. Zaten öğrenmek istediği tam da buydu. Bunu öğrenmek için kaybedeceği bir şey yoktu. O anda masanın olduğu taraftan bir şangırtı sesi geldi. Çocuk bardağı düşürmüş, bardak kırılmıştı. Utançla özür diliyor, kadınsa önemli olmadığını söylüyordu. Kadehine baktı, bir yudum aldı. Öğretmesi gereken çok şey vardı. Daha çok yolu vardı. Dışarıdan bir etki gelene kadar, beynini düşüncelere kapatıp dinlendirdi.
-Şey uyudu mu acaba? (Kadına sorarak)
-Hayır, hayır bugün taşındık, yemek üstüne biraz ağırlık geldi ve beynimi biraz kapatayım dedim. Beğendin mi yemekleri bakalım?
-Vallahi, uzun zamandır böyle güzel yemek yemedim ama...
-Ama?
(Oturduğu yerden biraz öne gelerek)
-Bakın ben zor bir hayat yaşıyorum ve riske atamayacağım durumlar var.
-Ah biliyorum, biliyorum. İnsanlar çok zor hayatlar yaşıyorlar Adal. İnsanlara çok zor hayatlar yaşatıyorlar Adal. Üniversite okuyor musun?
-Aslında dört yıllık bir bölümü kazanmıştım ama şehir dışındaydı. Ben sınava hazırlanırken babam vefat etti. Çok fazla çalışamadım ama yine de orayı tutturmuştum, sonra...
-Sonra? (Kadın onu ilk defa bu kadar konuşurken gördüğü için heyecanlı bir şekilde yanlarına geldi ve oturdu)
 -Sonra... Sonra olmadı.(Mahcup bir tebessümle) İki küçük kız kardeşim var. Annem, babam öldüğünde çok etkilendi. Babamla çok küçük yaşta evlenmiş. Babam işçiydi, yaşlıydı, stresli bir işi vardı ve kalp yetmezliğinden öldü. Annem okumamış ama çalışmasına gerek olmadan yaşayabiliyorduk. Zor da olsa yetiştirebiliyorduk babamın maaşını ama ölünce, maaşından çok fazla kesinti yaparak verdiler. Annem birkaç ay sonra dayanamadı, iş aradı ama bulamadı. Gündelikçilik gibi işler aramaya başlayınca da ben dayanamadım, çalışırım dedim, sen kızlara bakmalısın. İşimi sevmiyordum başka bir şeyler bakıyordum ama bulamıyordum. Şimdi ne yapacağım bilmiyorum ve eğer iyi bir teklifiniz yoksa, gerçekten boka battık demektir.
-Babana, çok imkan sağlayamayacağı üç tane çocuk yapıp, kendine iyi bakmadığı ve onları yüzüstü bıraktığı için kızıyor musun?
-Hayır! (Bir anda, gözlerini sinirli bir biçimde ona dikti)
-Ben olsam çok kızardım. Hele ki güzel bir ekonomi değil. Anne çalışmıyor ki anne küçük. Çocuk büyütmek için erken bir yaşta, kaç yaşında dedin bu arada?
-On sekiz! Söylemedim bunu ama on sekiz.
-İnsan on sekiz yaşında ne bilebilir ki! (Kadın ona dikkat kesilmiş bakıyordu)
-Her neyse ne, benden ne istiyorsunuz!
-Senden... Babandan nefret etmeni istiyorum.
-Böyle saçma sapan laflar duyacaksam ben gidiyorum. Erken kalkıp iş aramam lazım.
-Bunlar saçma sapan konular mı sence? Bu dünyadaki bütün savaşlar, bütün sömürüler, bütün adaletsizlik ki aslında eşitsizlik... Bunların hepsinin beslendiği kurum olan ailenin çok daha iyi örgütlenmesi gerektiğini düşünmek saçma sapan mı? Hmm, belki de haklısındır. Zaten benim sana söyleyeceklerim bunlarla alakalı değil. Şu soruya cevap ver; bir ayda kaç para kazanmak isterdin?
    Çocuk, ona bütün anlam veremezliğiyle bakıyordu. Kafayı yemiş bir kaçık olduğunu düşünüyordu. Buradan kaçması gerektiğini, yoksa başına kötü bir şeyler gelebileceğini düşündü ama karşısındaki ondan çok daha kuvvetli ve gözü kara biriydi. Sadece sakin olmalı, sorulara cevap vermeli ve bu manyaktan zaten mantıklı bir teklif gelmeyeceğinden, gelen teklifi de reddedip buradan sakin bir şekilde ayrılabilmeliydi:
-İki, iki bin... İki bin iyi para.
-Hmm... Hesaplayalım... Haftada iki gün tatil verebilirim, yalnız ilk üç hafta her gün çalışman gerekecek. Uygun mudur?
-Gayet tabi neden olmasın?
-Ve sana güveniyorum ama bu işe biraz odaklanman gerekecek, buna hazır mısın?
(Biraz düşündükten sonra)
-Elimden geleni yaparım, evet.
-Tamam, iki bin tamam. Biraz sabretmemiz gerekebilir ama sen zaten tazminatını aldın ve şu yüz lirayı da al, öğrenme aşamasında karımız düşük olabilir.
(Parayı tereddüt ederek aldı)
-Peki... Ne yapıyoruz?
-Aslında şu an yapacak bir şeyimiz kalmadı, ha, telefon numaralarımızı kaydedelim yarın dört gibi caddede ol, ondan sonrasına bakarız ama istiyorsan otur bir şeyler içelim laflayalım, evimiz hakkında fikirlerini söyle bu arada, beğendin mi?
-Vallahi, gayet güzel ama biraz büyük, ısınma konusu biraz sıkıntı olabilir.
-Onu ben de düşündüm evet ama mutfaktan çıkabileceğin güzel ufak bir bahçesi var. Pek bir manzarası yok ama bahçe iyidir yeşillik doğa?
-Yani... Evet.
    Kadın, olup bitene anlam veremeden, çocuğun tepkilerine bakıp kendinin onla olmakla ne kadar doğru veya yanlış yaptığını tartıyordu:
-Çok boş odamız var, özellikle böyle mi olsun istedin, yoksa benden bebek mi istiyosun?(Çocuğa bakarak samimi bir tebessüm attı)
-Boş oda iyidir. Boş odalar önemlidir. Boş odalar... Her oda aslında ilk önce boş değil mi? Enteresan bir şey.
    Çocuk, artık biraz da sıkılmış, bu deli heriften alabildiği yüz liraya, kar, kardır diyerek,  bu arıza heriften bir an önce kurtulmak adına artık eve gitmesi gerektiğini düşündü:
-Ya ben kalkmalıyım artık.
-Yani, sen bilirsin. Ailen merak etmesin. Yarın görüşeceğiz zaten. İyi dinlen, seni biraz yorabilirim başlarda.
-Evet, evet kalkma zamanı geldi. Yemek için çok teşekkür ederim ve para... Sağolun.
-Canım yine bekleriz, afiyet olsun.
-Tamam, yarın unutmuyorsun.
-Tamam, saat dört, cadde. İyi geceler size, görüşürüz.
    Çocuk çıktıktan sonra, gün içinde yanıtlamadığı aramaları aradı. Bir gün sonrası için iki alışveriş ayarladı. Üçünü daha sonraki güne erteleyebildi. Hesaplarını yaptı. Şarabından bir yudum daha alırken, kadın mutfaktan geldi:
-Uuf, uzun zamandır üç kişilik yemek yapmamıştım.
    Kadın bunu dediğinde ayağa kalktı, onun kadehine şarap koydu, ikram etti. Kadehi aldığında onu kucağına aldı ve koltuğa gerilemesine atladılar. Kadın, kahkahalar atarak güldü, bir yudum aldı ve ona baktı:
-Çok iyi görünüyorsun, mutlu gibi?
-Bilmem belki mutluyumdur. (Kadehlerini tokuşturdular)
-Ev büyük ama güzel. Şey... Ben buradan çalışabilecek miyim?
-Evet ev güzel, internetteki en mantıklı ev, uzun süre aramıştım. Çalışma konusundaysa sana başka bir iş bulacağım tabi eğer istersen?
-Aa! Nedir söyle lütfen!
-Şu an tam olarak çözdüğüm bir durum değil. Aşmam gereken birkaç hengame daha var ama yakın, sen bu eve yerleşene ve alışana kadar hazır olacak.
-Yine çok konuşmuyorsun yani?
-Konuşmayı pek mantıklı bulamayabiliyorum.
-Ama bugün çok güzel konuştun, hiç öyle düşünmemiştim.
-Çok gereksiz bir konu aslında, konuşmamayı tercih ederdim.
-Ben beğendim. Seni daha önceo kadar konuşurken hiç görmemiştim.
-Konuşmayı hiç sevmiyorum. Konuşmaktan çok daha fazla sevdiğim şeyler var. (Kadının kadehine kendininkini tıklattı ve iyi bir yudum aldı)
-Bu bir teklif mi yoksa?
-Bir emir.
    Yeni evlerinde ilk sevişmelerini yaptılar. Kadın uyuduktan sonra yarım saat kadar bir durum değerlendirmesi yaptı. Büyük bir düğümü açtırdığı için, kadının alnına bir öpücük kondurdu ve uyudu.
    Uyandı, duş aldı. Kadını uyandırmadan kahvaltısını yaptı, aldığı güzel kokularını sıktı ve ilk müşterisinin evine gitti. Onları kapılarından alıyor, arabalarını sürüyor ve tarife süresini artırıyordu. Mutlu bir alışveriş ve mutlu bir seks... Bir tane daha mutlu bir alışveriş ve mutlu bir seks. Bu kadınlar bunlara bayılıyorlardı. Beş yüz lira kazanmıştı, işini yapabileceği en iyi seviyede yapıyordu. Saat üçte işlerini bitirmişti. Tekrar avm'ye gidip Adal için iş kıyafeti bakmalıydı. Fena malları olmayan bir mağazaya girdi. Orada, Selma adında bir kız çalışıyordu ve ses tonu harikaydı. Giyinmekten de anlıyordu, ikisi güzel bir seçim yapabilirlerdi. Hem de onu biraz daha tanıyabilirdi:
-Selam
-Oo, ne haber, yalnızız?
-Çok yalnız olamıyorum, bir arkadaşıma bir şeyler bakacağım, (Gözlerini saliselik kısarak)sanırım yardımına ihtiyacım var.
-Tamam arkadaşının ölçülerini biliyor musun?
-Lütfen bu kadar kaba olma.(Muzırca ağzını yaydı)
-Haha, peki konsept ne?
-Konsept... Sokakta yürürken şık görülebilecek, parası var gibi görülebilecek, sana saçma bir şey söylese kamera şakası sanabileceğin; aslında sade, gri, kapşonlu bir şeyler var aklımda üstüne kahverengi çakma deri bir şeyler... Bilmem sen ne diyorsun?
-Güzel anlattın evet. Lacivert bir jean ve siyah, bilekli, sade ve güçlü bir ayakkabı.
-Orayı söylememe gerek kalmadı mı yani? (Güldü)
-O kadar düşünemediğini biliyorum, beni kandıramazsın. (Gülüşü iade etti)
-İnsanların sınırları olabiliyor. Hey, burada mutlu musun? Bir şeyler karıştırıyorum ve senin de içinde olmanı isterim.
-Ne tür şeyler?
-Senin için düşündüğüm şey, biraz organizasyon yönetimi gibi... Nokta koyabildiğim bir şey değil ama aklımdasın sesin çok etkileyici.
-Hah, seni o kadar kadınla gördüğümden sonra bana yazmıyorsun değil mi?
-Sence yazamaz mıydım?
(Tek gözünü kısıp)
-Sanırım bunu denemeyecek kadar kafan çalışıyor değil mi?
-Lanet kafam, çalışmaya hastalık derecesinde bağımlı.
-Ben de öyle düşünmüştüm. Al, kıyafetlerin. Teklifin için de açığım, sadece biraz mantıklı olsun, biliyorsun daha önce organizasyon işlerinde çok saçma tecrübelerim oldu. Sana ufak bir şans verebilirim, seni tutuyorum.
-Çok kibarsınız madam. Az bir süre, halletmem gereken birkaç iş var.(Poşetlerini gösterdi)
    Bir şeyler yedi, üstüne çay içiyorken telefonuna mesaj geldi: "Dostum kusura bakma ama bir kafede iş buldum, sana güvenemediğim için özür diliyorum ama hayatımı riske atabilecek bir konumda değilim. Yemek için gerçekten teşekkürler. Eşine ve sana selamlar."
    "Gerizekalı çocuk bizi evli sanmış" dedi ve çayını bitirip restorana gitti, merdivenleri çıkıp müdürün odasına girdi;
-Hey! Ah, ne istiyorsun yine be adam!
-Güzel, akıllanmışsın, yine bir şeyler bulur muyum diye fotoğraf makinemi hazırlamıştım. Ne haber sevgili müdürcüğüm? (Poşetlerini karşı koltuğa atıp, masanın sol önündeki koltuğa zıpladı ve ayaklarını ortadaki sehpaya topuklarını vurarak tek tek uzattı)
-Ne istiyorsun yine? Bak, artık bir şey yapmıyorum ben tamam mı, başka bir şey bulamayacaksın.
-İsabet olmuş, senin nezdinde ailen için sevindim. Bir adres lazım, şu dün yok yere kovduğun çocuğun, Adal'ın ev adresi.
-Ne yapacaksın onun adresini, çok çalışkan iyi niyetli bir çocuktu, üzülecek başka bir şeylerim olmasaydı, dün onun için çok üzülürdüm.
    Yerinden kalktı, masaya ellerini koyup ona doğru eğildi:
-Sanane! Senin gibi tek bir şeye üzülebilecek kapasitede kalbi olan biri bunu öğrenmeyi hak etmiyor sevgili müdür. Bana adresi ver!(Kendini yeniden koltuğa bıraktı)
(Sıkılgan ama iddiasız)
-Bakmam lazım. (Dosyaların olduğu bir çekmeceyi açıp adresi buldu, ufak bir kağıda yazdı verdi ve teyit ettirdi)
-Hmm, tutumunu sevdim. Ayrıca kayıt tutmanız güzel. Bak bugünlerde ne düşünüyorum biliyor musun? (Kafasını ona çevirerek) Biliyor musun dedim!
(Müdür, bıkmış)
-Bilmiyorum.
-Hmm ben de öyle düşünmüştüm. Şu sizin dükkan, restoran. Bir stand açılabilir, bunun için yeterince büyük.
-Ne standı?
-Anla işte, insanlar oraya söyleyecekler siparişlerini ve masalarına oturacaklar, belki onlara numara verilecek ve siparişleri masalarına gelecek. Şu gsm operatörlerinin şifre zımbırtıları gibi bir stand. Bu yüzyılda hala self servisin olması senin kalbini kırmıyor mu hiç? (Müdüre, istediği şeker alınmamış ama mantıklı sebeplere giydirilmiş bir çocuk gibi baktı) Konfor çağındayız ve insanlar yemek yemek için ayakta bekliyorlar, ben bunun yüzünden bazı geceler uyuyamıyorum. Sence de daha iyisini yapamaz mıyız?
-Bunun, bunun kararını ben veremem. Restoranların birbirlerinden ayrı işleyişleri olamaz. Tek sürüm, yönetimin belirlediği tek bir yöntem, bütün ülkede hatta bütün dünyada.
-Yönetim... Yönetmek zevkli şey. Baksana, kim bu yönetim?
-Yönetim... İşte kurul, ceo ve birileri.
-Pekiyi sevgili müdürcüğüm, tahminlerime göre bu önemli arkadaşların da sende bir kaydı vardır. Senden bunu rica edebilir miyim?
-Edemezsin! Benim başımı daha fazla belaya sokma! Zaten sebepsiz yere birini kovdum ve soruşturmayı zar zor atlattım! İşimi kaybedemem bakmam gereken bir ailem var. İstediğin şeyleri yapacağım işte konuştuğumuzdan fazlasına hayır!
-Ne kadar salaksın. Bunlara internetten de ulaşabilirim, sadece zaman kazanmaya çalışıyorum. Ayrıca işinden olman işime gelmez biliyorsun. Olaya hiç adapte olamadın yahu. Şu listeyi ver hadi, böyle daha sıcak bir ilişki oluyor. Böyle olmasını seviyorum, biraz saygılı ol. Hem de belki seslerini duymak isteyebilirim, numaraları veya mail adresleri, ev adresleri, her ne varsa ver işte.
(Müdür listeyi, onun istediği bilgileri de koyarak yazıcıdan çıkartıp verdi)
-İşini iyi yapıyorsun. Benim altımda çalışmanı isterdim. Fakat tırnak içinde haracının ilk taksidini de almalıyım ve bu seferlik sadece kendi düşünmen gereken şeyleri düşündüğün ve zor durumda olan insanların başında müdürlük yapabilecek kadar anlam yoksunu bir hayatı seçtiğin için bin lira vereceksin. Kasa bu mu? Biraz çirkin bir kasa sanki, sana daha iyilerini bulabilirim, hem de şifresini öğrenmeme gerek kalmaz. Şifreyi almak iyi bir fikir değil mi sence de?
    Müdür, ne istendiyse yaptı. Bin lirayı, sayım olmadan önce cebinden tamamlamaya dair söz vererek, zarfa koyup teslim etti.
-Sülüksün yahu sen. Sülük... İyi mi kötü mü bilmiyorum. (Poşetlerini alıp kapıyı kapatırken)Sülük!
    Adal'ı bulmak üzere yola çıktı. Bir taksiye bindi, adresi gösterdi. Adam, onun bu güzel kıyafetleriyle orada ne işi olduğunu sordu. O da "Her yer bizim be abi" diyerek yanıtladı. Yolda beynini biraz kapattı. Adrese geldiklerinde yorgunluğu az da olsa azalmıştı. Taksiden indi, etrafa baktı, "Buraların arsa değeri bayağı düşük olabilir" diye düşündü. Evi buldu kapısını çaldı;
-Kim o?
-Aa ben Adal'ı arıyorum da? (Kapı açıldı)
-Ne yapacaksınız Adal'ı?
    Kapıyı açan kadın muhtemelen Adal'ın annesiydi. Çok fazla bilim kurgu okumadıysanız onların gerçekten yoksul olduklarını görebilirdiniz. O bile biraz zorlasa hallerine üzülebilirdi;
-Şey, arıyorum ulaşamıyorum, belki evdedir dedim, işi bıraktı çünkü, yani... Biliyorsunuzdur, ah yoksa söylememiş miydi, pot mu kırdım?
-Yok söylemişti. Bugün erkenden çıktı, başka bir iş bulmuş, hemen gel başla demişler, o da yavrum hemen başlamış, telefonla haber verdi, geç kalabilirim bugünlük dedi.
-Anladım. Bir saat söyledi mi peki, benim pek zamanım yok da onla görüşmeliyim.
-Vallahi hiç öyle bir şey konuşmadı.
-Ya... Peki neredeymiş, onu söyledi mi?
-Vallahi sormadım.
-Anladım. Bak şimdi ablacığım ben kötü biri değilim, bu para da kötü bir para değil şimdi sen bunu al, durumunuzu Adal'dan biliyorum, çocuklarına erzak al sizi biraz idare eder. Adal gelince de, ona araması gereken biri olduğunu, bu akşam geldiğini, bu parayı ve bu iş kıyafetlerini verdiğini söyle tamam mı?(Kadına zarfın içinde bin lira uzattı)
-Ama... Ben bunu alamam.
(Kadının ellerine zarfı tutuşturup iki eliyle onunkileri kavradı)
-Ablacığım, sana yalvarıyorum bu parayı al. Bak benim büyük bir adağım vardı, sizin durumunuzu da biliyorum, kalbimi rahatlatmam lazım, ne olursun. Bak, ben çok kötü yollardan döndüm, lütfen, sen beni anladın bak, ne olur...(Kadının cevap verememesi üzerine)
-Allah razı olsun senden ablam. Söylediğim gibi, beni aramasını söylemeyi unutma tamam mı?
    Lafını bitirdikten sonra, kadının şaşkın suratına bakmadan, hızlı adımlarla evden uzaklaştı. Böyle yapması dramatik ve makuldü ama Adal bunu yiyecek miydi, bakacaktı. Bunu yemeyebilecek biri olması, ona bu çocuğu daha da sevdiriyordu. Zevkli olan tarafı buydu. Şimdi eve gidip bir şeyler içebilir, düşünebilirdi.
    Adal bir gün sonra da aramadı. O gün alışveriş işlerini halletti, yeni müşteriler aradı, kadınlar deli gibi alışveriş yapıyorlar, onun da ünü gittikçe artıyordu, bazen yoruluyordu ama iyi kazanıyordu. Çalıştığı dükkana gelip giderken, Selma ile buluşmak için zaman ayarladılar. Biraz kafa patlatmaları gerekeceğinden boş bir gününü seçtiler, hem de biraz daha tanışmalılardı. Bu Selma, biraz balık etliydi ama yakışıyor diyeceğiniz türden. Diri göğüsleri, orantılı bir vücudu, seksi bir tavrı vardı. Onu elinde bir düdük, hakem kıyafetleriyle kaslı erkeklere şınav çektirirken görebiliyordunuz. Üç gün içinde buluşabildiler, bu süre zarfında Adal'dan yine ses çıkmamıştı;
-Evet anlat bakalım durum nedir? (Bunu sorarken bile masanın üstüne göğüslerini koyuyor, dekoltesini açıyor ama bunu istemsiz yaptığına emin oluyordunuz, kadının tavrı buydu)
-Nasıl başlasak? Ne yaptığımı düşünüyorsun?
-Ne gibi?
-Neredeyse her gün bir avm'de değişik kadınlarla gelip ne yaptığımı düşünüyorsun?
-Hmm... Aslında bunu düşünmedim değil. Jigolosun muhtemelen. Ben senin yerinde olsam jigolo olurdum. Bu vücutla, bu tiple başka bir şansın yok gibi.(Hınzır bir bakış attı)
-Haha... Daha önce bir jigolo görmüş müydün?
-Kardeşim jigolo. Biz de güzel genlere sahibiz ve seks iyidir.(Seks deyişi gerçekten görülmeye değerdi) Ben de aslında ama bir elin parmağını geçmez, çok fazla koştuklarında ama uzun zamandır yapmıyorum, kadınlarla uğraşmak erkeklerle uğraşmaya benzemiyor. Cidden dayak yiyecektim birkaç defa.
-Ciddi olamazsın.
-Kesinlikle ciddiyim, başıma neler geldi tahmin edemezsin.
-Erkeklerle uğraşmayı kolay görebiliyorsun yani.
-Erkekler benim, emin olabilirsin.
-İşte senden istediğim bu. Bak, "Hadi alışverişe gidelim tatlım" tarzı bir şey düşünüyorum. Bu işe bir kadının elindeki poşetlere davranarak başladım ve otuz beş kırk tane kadın var elimde. Artık yetişemiyorum, biliyorsun ki hayattaki amaçları bu. Ki bu benim tipimi beğenen kadınlar, çeşidi artırırsak, hedef kitle de büyüyecektir. Şimdi bana taş gibi adamlar lazım. Sadece güzel görünsünler. Kadınlar onları yanlarında gezdirmekten haz duymalılar. Böyle bir trend yaratmalıyız anladın mı? Yanında alışveriş poşetlerini taşıyan, kaslı, uzun yakışıklı çocuklar.
-Hahaha... Çok komiksin. Lütfen devam et.
-Hayır söyle, neresindesin bu fikrin?
-Arkasında olmadığım kesin.
-Bu gerçekten tutar Selma. Benim de bunun olabileceğine dair fazla bir öngörüm yoktu ama bu kadınlar... Onların kocalarının paralarıyla hava atmaktan daha fazla sevdikleri tek şey onların paralarıyla onları aldatmak. Yatakta öyle şeytani bir zevk alıyorlar ki kıskanıyorum. Bize iyi sikişen yakışıklı çocuklar lazım.
-İyi sikiştiklerini nerden bileceğiz?
-Hey?
-Peki.
-Hiç mi aklına yatmadı.
-Çok az. Herifleri nereden bulacağız. Hadi diyelim ajanslardan bulduk birkaç tip. Bu işi garipseyeceklerdir. İnsanlar genelde muhafazakarlardır.
-Muhafazakarlık paradır. Bundan emin ol.
-Değişik bir teori ama zamanım yok.
-İzin al, senelik izin gibi bir şey yap, yok mu? Çalıştığında alacağının iki katını ben sana vereceğim. Site kuracağız. İnsanlarla görüşeceğiz. Biraz eğitim; sadece duruş, yürüyüş, hangi renklerin birbirine uyduğu, biraz diksiyon, metin çalışması... Bunun için insanlardan para bile alabiliriz ama o sonra. Hey, dünya çok değişti, hızlanmalıyız. Son yirmi, otuz yıla bak, insanlar köpeklerden korkuyorlarken şimdi aksesuar gibi yanlarında taşıyorlar, evlerine alıyorlar. Hiç bir işin garantisi tabi ki de yoktur ama canlı örneğiyim ben bu işin, çılgın para kazanıyorum evet belki benim kadar yakışıklı, tatlı çocuklar bulamayacağız ama...
-Hahaha... İyi gidiyordun.
-Bak param var. Senden istediğim tek şey zamanın. Biri zarara girecekse o da benim. Sadece, bu işi senin benden daha iyi yapabileceğini biliyorum. Kardeşine söyle mesela, ona yarın için iki tane alışveriş ayarlayabilirim ve onun arkadaşları... Büyürüz.
-Ücret nasıl olacak?
-Yüz liranın otuzu senin, otuzu adamın, kırkı benim, beni çok yordular Selma.
-Haha. İyisin. Bayağı bayağı ortaklık gibi?
-Sana güveniyorum, herkese güvenmem, güveneceğim insanı gördüğüm gibi anlarım. Gerektiğinde abartırım.
    Ona güvenmeliydi, onun ateşini hiç kısmamalıydı. "Gerçekten becerebilir miydi?" bunun matematiği yapılamazdı. Tarzına uygun davranıyordu, balık tutuyordu. Bu kadar sürede, bu iş için daha uygun birini tanımamıştı. Belki tanısaydı o farazi kişiye bu kadar yüzde vermezdi. Onda kendini önemli hissetme zaafı vardı ve buraya oynamalıydı. Sadece iyi bir yüzdeyle bu işi yapabilirdi.
-Seni ciddiye alıyorum çocuk(Elindeki sigara yukarıyı gösteriyordu). Eğer beni uğraştırıp tek seferde bu işi bitirmek gibi işlere girersen seni bozarım.
-Sadece neler yapabileceğimizi görelim. Acele etmemize gerek yok, ve bir ve iki.
-Site işi sende mi?
-Eğer varsa güvenebileceğimiz birileri konuşalım. Sorun şu ki bağırmamalıyız. İsabetli davranmalıyız, böyle insanlar nerelerde takılır, bulup kendimizden bahsetmeliyiz. Hatta belki müşteriler oradan profillere bakıp kendilerine göre seçim yapabilmeliler. Vip üyelikler vs. Paranın parayı çektiği konular ve biraz ahlaksızca ama müşterilerin bilgilerini az çok bilmeliyiz, işimize yarayabilir.
-Oo, tehlikeli sular.
-Tehlike iyidir, zinde tutar.
-Peki, neler yapabileceğime bakacağım.
-Çocuklara bulaşmayız. Çocuklar takılsınlar ama korunsunlar lütfen. Birazcık da akıllansınlar yahu, ne öyle onlar?
    Kahkahalar atarak, ortaklıklarını kutladılar, iyi içtiler. Selma, ona gelmek istedi ama şu aralar biriyle olduğunu öğrendi, ondan söz istedi. Kızı evine bıraktı, eve biraz geç geldi ve kadına hemen yatması gerektiğini söyledi. Bu, sevişmeden geçirdikleri ilk gece oldu. Aklına Selma'nın gelmesinden korkmuştu, yarın geçerdi.
    Selma, iki gün sonra izin alıp, bağlantılarını zorlamaya başladı, bir web tasarımcısı buldu, buluşup konuştular. Evin bir odasını, çalışan seçimi için dekore edip, sağdan soldan ulaşabildikleri kişiler için, deneme çekimleri yaptılar. Fotoğraflar ve kayıtlar alındı, iş anlatıldı. Bir hafta sonunda ilk defa bir müşteriye ondan başkası -Selma'nın kardeşi- gitti ve sonuç olumluydu. İki yüz lira altmış, altmış, seksen. Biri gelip size seksen lira verse, "Aa, başka, başka çocuklar, ne güzel!" lafını sindirirsiniz. İyi bir denemeydi ve emekliye ayrılmanın zamanı gelmiş demekti.
    İki hafta geçmişti ve Adal'dan haber alamamıştı. Aklında mantıklı bir fikir yoktu. Aramamıştı ve arayıp onun üzerindeki etkisini azaltmak istemiyordu. Selma'dan onu telefonla aramasını, numarasını kafede çalışan bir arkadaştan aldığını ve buluşmak istediğini söylemesini istedi ama çocuk telefonunu açmamıştı. Bin lira kaybetmişti ama vicdanlı bir kayıptı bu. Bütün avm işinin kontrolünü Selma'ya devredebildikten ve ona güvenebildikten sonra portatif, açılır kapanır bir stand yaptırdı. Restoranda tarifeyi iki buçuk liraya çıkarıp kendi çalışmaya başladı. Avm yakışıklısı olamayacak ama yine de eli yüzü düzgün olan tipleri buraya davet ediyordu ama çok azı işi kabul ediyor ve sadece bir, iki tanesi işi kıvırabiliyor ve onlar da tek gün çalıştıktan sonra bir daha çalışmak istemediklerini söyleyip işi bırakıyorlardı. "İnsanlar, rahatlarına çok düşkün." diye düşündü. Adal olsa bu işi kıvırabilirdi. Ayın elemanları tablosunda son sekiz ayın altısında bu çocuk vardı.

11 Ocak 2013 Cuma

some kind of monster

siyah dumanları dağıtmak istiyorum, bilinemezliği seviyorum. bu içgüdü işte doğru olan şeyleri yaptırdı tarihe.
onun da böyle bir yönü var, oydu zaten içimde umut uyandıran. bir kadın gibi değil işte abi erkek gibi. ne yaparsa yapsın erkek yani. olmuyor ya yapamıyorlar yani. sürekli karamsar falan olup, uydurulmuş bir mantıkta çok hani fazla muhafazakar bir mantıkta olup, senin de içini kemirmeler falan. Bilgiye saldırmalar, yanlışı yanlış yerde aramalar. bilgi faşizmi lan bu sen bana daha ne anlatıyorsun. ki konuşur konuşur eylem yapmak lazıma bağlarlar. helloooo merhabaaa? sen kendini bir gerçekleştirdin miii?
ben duygular dünyasının çok daha keyifli olduğunu çoktan keşfetmişim abi. olayın ne kadar boktan olduğunun çok başlarda farkındaydım yani. kararlarımı verdim nasıl olunacağına dair ve bu konuda hiç şüpheye düşmedim henüz. çünkü böyle olması daha da daha da anlam katıyor her yaşadığım olayda. ve kocamanım şu anda. ben stv'deki dizide oynamadan önce şöyle düşünmüştüm: oynamamak, oradaki emeği küçümsemek gibi olacaktı biliyor musun. ve ben kendi ayaklarımın üstünde durmalıyım, insan olarak görevim bu. herkes idol olmak istiyor ama böyle olmadığını, dünyanın böyle bir yer olmaması gerektiğini biliyorum. benim buradan giderek, buradaki siyah dumanları dağıtarak, bunu yapan tek insan olarak, yeni bir idol tanımı yapmam lazım. buradaki aynaları indirmem lazım yani. bizim yaşlı kabare sanatçılarına ihtiyacımız var. hayatında inişler-çıkışlar bol bol yaşanmış, yine de şaşaasından, parlaklığından hiç kaybetmemeyi başarmış insanlara ihtiyacımız var. bu dünyanın korkudan arındırılması gerektiğini düşünen insanlar; korkuya karşı hep kazanabilecek bir varoluşa sahip olduklarına inandıracak.
ondan nasıl vazgeçtim tamam olmayacak bu dedim: bu ailesinin yanına gitmiş işte babasıyla rakı falan içmiş onu yazmış falan internete. orada dedim ki yani tamam eyvallah abi dedim yani. saatlerce sana konuşabilir yani ha sana babası hakkında. iyisiyle kötüsüyle ama daha çok kötüsüyle. o baskıdan kurtulması gerektiğinin farkında aslında gayet kafası da çok çalıştığından. hiçbir şey yapmaz, babasına küfreder, sonra gider rakı içerler falan. bu ne ya kaç yaşındayız abi. bu herifin beni anlama ihtimali nedir? ben on üç yaşımdan beri kendi ayaklarımın üstünde durabiliyorum abi. çok işte çalıştım bir sürü şey sıkıştırdım şu hayatıma korkmadan ama hiçbir zaman babam annemle boşandı ve böyle oldu gibi hiçbir bahane falan koymadım yani kendi önüme. bu özgürlüğün tadını anlatabilir misin şimdi bu herife. hayatla da sanatla olduğu gibi izleyici olarak bir bağı var. kapasitesi o kadar yani.