12 Ağustos 2012 Pazar

herifcik

"bir yaz gecesiydi
ben de yazdım
ne sayılacak ne yatılacak koyun vardı
hepsi alarmını kurmuş uyuyordu"

işleri ters giden biri, işleri düz giden birini tanır. işleri düz giden biri, işleri ters giden birini tanımıyormuş gibi yapar.
işi olmayan biri çay içer ya da başka bir şeyler içer onun işi olmaz diğerleriyle.
diğerleriyle işi olan biri, dikkat kesilebilen, nesnelere ve arkalarındaki sonsuz boşluğa hükmeden biri çok yoğundur. işi anlamsız derecede gereksiz zordur.
işlerin izleyicisi torbadır; torbaların da torbasıdır

karıncalar komün halinde yaşarlar. bunların at karıncası sayılanları, yer altında memleket kurarlar. ölümü betimlemezler, ölümü onlar da görmez.

bizim herifimiz, karıncadan farklı olmak istedi. bir anlamda ölümü seçti. geceyi seçti. yaşamayı onurlu bulmadı. çekilecek çile değildi yaşamak. yanlışın veya doğrunun hakedilemez seçimsizliğini uygun bulmadı veya bulamadı.

güneş çağırdı, ay çağırdı. telefonunu açmak hiç isteyemezdi. konuşmalar, eriyen buzlar gibi işlevsizdi. hiç bir intihar, konuşmaları yeniden buz kestiremezdi. konuşmalar çok konuşuldu ve konuşmalar artık konuşulması gereksiz, konuşulması ahlaksız hale geldi.

zaman, acaba konuşulabilmeye tutunmak istiyor muydu? zamanın hiç de öyle bir derdi yoktu. zamanın hiç bir derdi yoktu. derdi olmayan ne kadar vardı diye ne zaman sorsa kendini hissedemiyordu herifcik.

zamanın hüküm sürdüğü mekanda, varolmaya dair tartışılabilir bir adalet olduğunu düşündü. adalet korkunç bir şey, adaletin çıkış noktası korkunç bir şey. adalet, eşitliğin kötü bir uyarlaması.

akla uygunsuzluklar en çok bizim herifi vurdu. onun için yanlışın içinde doğru olamazdı. özgürlük tanımını ucu sonsuza giden sistematikler üzerine kurmuştu. seçimler ama her seçim bu masanın üstünde ilk bakışta görülmese de masa hepsine masalık yapabilmeliydi.

öyle bir dünya yok diyebildi en aptalı bile. neden olmasındı ki? neden bir şey hiçten varolamasaydı? o zaman neden "sıfır var" demiyorduk da "hiç yok" diyorduk? bizimkinin kafası basmıyordu.

hep anlamaz, sorardı huyu batsın. cevabı duyamadağı yere gider, kafasını geri çevirdiğinde bütün o genel, diğer düşüncesinde olanların kaybolduğunu farkederdi. hep yalnız gitmeye başladı. birkaç insan onu yolda gördü, konuştu. sonra onlar da, kendilerini gördüğü yerde değildiler.

yalnızlık gibi oldu bir itiraf derecesine erişmeden. çünkü birliğin, çokluğun hissini, beğenmeksizin her an aşırısıyla duyuyordu.

yalnızlığının kutsal denebilecek maneviyatı, onu yormaya başladı. beynini susturmaya çalıştı, başardı, başaramadı. insanları dinlemeyi denedi, insanlar hiç onun gibi değillerdi. tanımadığı insanlar ilgisini çekti. öngördüğü özelliklere sahip olanlar. onlar, onların yaşlarına geldiğinde olmak istemediği gibiydi. öyle olmayı isteyip istemediğini bilmiyordu. bir örnek istemiyordu ama onlar bitirmişlerdi "olmayı".

koşarken konuşamazsın, ki koşmak gerekir, koşmak iyidir. nokta koymak çok büyük yanlıştır. zaman, noktaları eğer büzer affetmez. sonsuzluğun yarışında tebessüm olamaz. kahkaha veya ağlama oturduğun yerde olmaz.

bizim herif korkmayı bilmezdi, sadece kaygılanırdı. çünkü neyden korkabilirdi ki? kulağını mı alacaklardı onun, kalbinin ritmini mi alacaklardı? isteği de yoktu ki izin vermesinler. kazanamamaktan korkmak hiç onun değerlerine yakışır mıydı?

o, diğerlerinini güzel dediği şeylere burnunu kıvırdı.
çünkü onlar güzel falan değildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder